Kendi yarattığımız “ideal ben” olmaya çalışmak yerine sadece olduğumuz şimdiki halimiz yeterli. Çünkü değişim bu şekilde başlıyor.
Aslında her şey gerçekte kim olduğumuzu bilmekle ilgili, ama biz kim olduğumuzla ilgilenmek yerine, bir hayal kahramanına benzeyen “ideal ben”ler yaratıyoruz. Özene bezene yaratılmış, hiçbir detayı atlanmamış, üzerine ince ince düşünülmüş bu “ideal ben”ler ne yazık ki o kişi olmamıza hizmet etmiyor.
Hevesle Yarattığımız “Ben”ler
Bir kere o harika bir konuşmacı. Bir konuşuyor herkes ağzı açık onu dinliyor. Böyle bir bilgi, böyle bir anlatım şekli olamaz. Bilgisi engin bir derya, konu hâkimiyeti muazzam. Anlatırken verdiği örnekler son derece çarpıcı. Bir de tabii anlatım şeklini görmelisiniz. İnsanlar büyüleniyor sanki etrafında. Kendisi ayrı konuşuyor, bedeni ayrı. Herkesi göz teması ile yakalayabilmesi, el ve kol hareketlerini yerli yerinde kullanması, yüz ifadesi her şey dört dörtlük. Sadece birkaç kişilik küçük arkadaş sohbetlerinde değil, büyük grupların da karşısına koyduğunuzda aynı rahatlıkla gruba sirayet edebiliyor.
Konuşma becerisinin de etkisiyle belki, harika bir iletişimci o. Herkesle çok kolay iletişim kurabiliyor. Konuşmayı sevmeyeniyle de, çok konuşanıyla da, baskın olanıyla da, sessiz olanıyla da rahatlıkla iletişim kuruyor. Nabza göre şerbet vermeyi iyi biliyor. Yedi kralla barışık biri. Aynı zamanda bir problem çözme sihirbazı o. Karşısına çıkan problemleri ustalıkla ele alan, çözüm alternatifleri geliştirip en uygun seçeneğe karar verebilen biri. Tabii çözüm alternatifleri getirirken ne kadar yaratıcı biri olduğunu yazmayı da atlamayalım. Olaylar karşısında akla hayale gelmeyen yenilikçi çözüm yollarını o buluyor hep.
Sanırsınız karşınızda bir öz güven abidesi var. Yanılsa bile bunu öyle bir vakarla karşılıyor ki, önünde eğilmek geliyor içinizden. Herkese değer veriyor herkesi sayıyor, kendisini de unutmadan. Söz konusu kendi haklarını almak olduğunda hiç sıkıntı yaşamıyor. Kibarlığı hiçbir zaman elden bırakmadan elbet. Doğru kararlar verip verdiği kararları uygulayabilen biri.
Fiziksel görünüş deseniz ideal kilo ve fit bir vücut. Dengeli besleniyor ve spor yapıyor.
Ortaya çıkan sonuç, usta bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına kusursuz.
O Olmaya Çalışmak
Sonra harıl harıl O olmaya çalışıyoruz. Onun gibi konuşabilmek, onun gibi görünmek, onun gibi espri yapabilmek, onun gibi iletişim kurabilmek, onun kadar özgüven ve öz değer sahibi olabilmek, onun gibi davranmak için. Odak noktamızda o var. Çünkü o harika. O muhteşem ve kusursuz. O halde ona ulaşmamız için değişmemiz ve öyle davranmamız lazım diye düşünüyoruz.
Kişi bulunduğu noktadan kendi “ideal ben”ine baktığında onu son derece ulaşılmaz ve uzakta buluyor. Hem olmak istiyor, hem de yarattığı bu idealin şavkından gözü kamaşıyor ve korkuyor. Yaratığı kendilik algısına ulaşmaya çalıştıkça, o olmaya çaba sarf ettikçe daha da sıkıntı yaşıyor insan. Bir çeşit amaçsız koşu gibi. Biz yaklaştıkça, o daha da uzaklaşıyor. Ulaşamadıkça da mutsuz ediyoruz kendimizi. Halbuki Paradoks Değişim Kuramı diyor ki; değişim kişinin olmadığı bir kişiyi olmaya çalışmasıyla değil, olduğu gibi olmasıyla sağlanabilir. Yani sadece şu andaki halimize ayna olmak gerekiyor.
Evet, bu kadar yalın, bu kadar kolay aslında. Yani biz şu anki duygularımızı yaşarken, değişim kendiliğinden, bu anı yaşamanın armağanı olarak ortaya çıkıyor.
Ne mucizevi öyle değil mi?