İK Blogu açmak ve sosyal medyayı doğru kullanmak ciddi zaman ve emek gerektiriyor.
Son dönemde bir kez daha teyit ettim ki, öğrenmek heyecanlı ve keyifli olduğu kadar sancılı da. Zaten bildiklerimizi geliştirmekten bahsetmiyorum. Hiç bilmediğimiz bir kulvarda koşmaya çalıştığımızda; konfor alanımızın dışına çıkmanın verdiği rahatsızlığın yanı sıra ciddi zaman ve emek de gerekiyor. Yakın zamanda bizzat deneyimledim. İşte benim blog ve sosyal medya maceramın bana öğrettikleri.
Bu mecranın kapılarını açmaya kısa bir süre önce karar verdim. Her şey “ne kadar istiyoruz?” sorusuna verdiğimiz cevapla ilgili aslında. Ben bu cevabı kendi kendime verdikten sonra başladı maceram.
Aslında bir iki yıl önce kitabımla ilgili çalıştığım bir danışman “Aaaa kitabınızın facebook sayfası yok mu” demiş, kitapla ilgili bir hesap açmış ve yönetmişti. Ben sadece kendisine bilgi vermiştim, hesabı danışman yaratmıştı. Anlaşmamız bitince ben de bir daha o hesaba ne girdim ne yönettim.
Kursa Başlıyorum
Çok dirensem ve çok bahane versem de “Blog ve Sosyal Medya” konulu kısa süreli bir programa başlama kararı aldım. Eeee, malum insan kınadığıyla sınanmadan ölmeyecekmiş. Ben de “bunun kursu mu olur, hadi oldu diyelim kim gider” diye az konuşmamıştım vaktiyle.
Tam da bu sırada bir kurs fırsatı çıktı karşıma. Ne de olsa fırsatlar beklemez. Beni kursa başlama konusunda cesaretlendiren bir arkadaşımla birlikte başladık. İnsan kendisini ne çaresiz hissediyor bilmediği bir alanda. Elimde kalemim ve defterim hiçbir söyleneni kaçırmamaya çalışarak not tuttum. İkinci dersten itibaren bilgisayarlarımızı da getirdik. İş benim için daha zorlaştı, çünkü uygulama başlayacaktı. Uygulamalı olması güzel elbet, ama sonrasında unutmamak adına not aldığım için zorlandım.
İkinci dersten itibaren ödevler başladı. Aman Allah’ım, meğer iş bundan sonra başlıyormuş. Bloğa isim bulunacak, slogan belirlenecek, menü başlıkları bulunacak, bu arada yavaş yavaş içerik için yazılar oluşturulacak, uygun template seçilecek, yazılarımız için görseller ve videolar araştırılacak.
Son derece yaratıcı, daha önce kimsenin aklına gelmediğini düşündüğüm gelmiş geçmiş en parlak blog ismini buldum. Aaaaa o da ne, benim bulduğum o güzelim isim, meğer daha önce birinin aklına gelmiş ve çoktan alınmış bile. İkinci aklıma gelen, üçüncü aklıma gelen, onlar da alınmış. Eh milletin beni bekleyecek hali yok ya. Daha sonra bir sürü isim bulup o isimlerden vaz geçtim. Tabii bir taraftan da slogan düşünüyorum. “İyi de ben pazarlamacı değilim ki, isim ve slogan bulmak pazarlamacıların işi değil mi” diyerek kendi kendimi de haklı çıkarmaya çalışıyorum bir yandan. İtiraf ediyorum vaz geçsem mi acaba bile diye düşündüm.
Bu arada kursa gidiyorum diye dalga geçenler, yengeç sepeti sendromu ile cesaret kıranlar da olmadı değil. Hiç birine kulak asmadım. Vaz geçmek yok.
Şu anda bloğu açtığınızda her şey ne kadar basit görünüyor; oysa ben o dengeyi yakalayana kadar ne uğraştım.
Ödevler arttıkça her defasında kursa ödevini yetiştirememiş, suçlu bir öğrenci edasıyla gitmeye başladım. “Hocam blog ismini haftaya versek olur mu” “Sloganı da o zaman verebileceğim” “Ben bu hafta biraz yoğundum, çok pratik yapamadım”
Ve azmin zaferi, sonunda bloğum açıldı. Üstelik yetmez; facebook, twitter ve instagram hesapları da var bloğun. E hadi hayırlısı.
Ben tam böyle heveslenmişken duyduğum bir haber hiç hoş olmadı benim açımdan. Malumunuz ilk başladığında gençlerin kullandığı bir mecra olan facebook zamanla anne babaların da uğrak yeri oldu. Bu durumda, ilerleyen dönemlerde facebookun genç kullanıcılarının azalacağı ve ömrünün çok da uzun sürmeyeceği öngörülüyormuş. Halbuki ben daha yeni girmiştim.
Bu işi gayet iyi kıvıran genç arkadaşlarım belki ibretle okuyorlardır yazdıklarımı.
Öğrenmenin Aşamaları
Velhasıl Philippa Davies*’in de kitabında belirttiği öğrenmenin o dört evresinden tatlı tatlı geçmekteyim;
1. Bilinçsiz Yetersizlik: Yetersizliğimizin farkında olmadığımız evre. Bilmiyoruz ve bilmediğimizin farkında değiliz. (Hani hem sosyal medya ve blog hakkında bir şey bilmeyip hem de kurs ve kursa gidenlerle dalga geçtiğim dönem)
2. Bilinçli Yetersizlik: Hala yetersiz olduğumuz, ama yetersizliğimizin farkında olduğumuz evre. Artık bilmediğimizi biliyoruz. (Bu böyle olmayacak bir kursa gitmeliyim dediğim evre)
3. Bilinçli Yetkinlik: Öğrenmemiz gerekenleri teorik olarak öğrenip ne yapmamız gerektiğini bildiğimiz evre. (Tam şu anda bulunduğum durum. Blogda yaptığım her şeyi, fark ederek, bilinç düzeyinde yapıyorum)
4. Bilinçsiz Yetkinlik: Yapmamız gerekenleri özümseyip içselleştirdiğimiz, dolayısıyla hem doğru hem de farkında olmayarak yaptığımız evre. Bildiğimizin farkında olmadığımız evre. (Bol pratik beni bu evreye taşıyacak)
Ayrıca kurstan öğrendiğime göre “blog sahibini eğitir”miş. Doğru söze ne denir?
Kaynak: Davies, P. (1996). Personal Power. London: Judy Piatkus Ltd.