‘Duygusal Emek’ İş Yerinde de Kadınların Omzunda mı?

İş tanımlarında yer almayan, ancak çoğunlukla kadınların verdiği, görünmeyen bir emek var; ‘Duygusal emek’. 

İş yerinde duygusal emek veren kadın çalışan

Çalışan Kadın

İş hayatı içinde çalışan kadının bin bir zorlukla mücadele ettiğini biliyoruz. Örneğin TÜİK verilerine göre kadınlar erkeklerden daha az ücret alıyor. Aynı yazıda kadınların istihdam oranının erkeklerin yarısından daha az olduğu belirtiliyor. İstihdamda olan kadınlar görünmez kadın sendromu da dahil olmak üzere pek çok bariyeri aşmak durumunda kalıyor. Maalesef ülkemizde cinsiyet eşitliği için 300 yıl gerekli.

Kadının iş hayatı içinde yaşadığı ve aşağı yukarı bilinen bu zorluklara ilave olarak marketingturkiye.com.tr sitesinin BBC Worklife’ı kaynak göstererek 21 Nisan 2024 tarihli yaptığı haber, kadın sorunlarıyla ilgili farklı bir konuya dikkatimizi çekiyor. Konu: ‘Duygusal emek’. Gelin sitedeki habere birlikte bakalım.

Duygusal Emek

İş yerlerinde, hiçbir iş tanımında yer almayan ve çoğunlukla kadınların verdiği bir emek var; Duygusal emek. İşyerlerinde düzenlenen partilerin planlamasını yapmak, iletişimi sürdürmek ve topluluk oluşturmak gibi görevlerin çoğu kadınlara düşüyor. Öyle ki araştırmalar, kadınların “düşük terfi potansiyeli” olan “ofis işlerinin” çoğunu üstlenmek durumunda kaldığını gösteriyor.

Duygusal emek, başkalarının duygularını yönetmek gibi hem takdir edilmeyen hem de çoğu zaman görülmeyen bir iş. Emotional Labor kitabının yazarı, gazeteci Rose Hackman “Ekonomileri ayakta tutan sadece iş değildir. Aileleri ve toplulukları ayakta “Duygusal emek”, müşteriler, yolcular, hastalar üzerinde de bir etki yaratmak için kalbi manipüle eder. Bir şirkette güven duymayı ve bağ kurmayı, anlamayı ve aidiyet kurmayı sağlar” diyor.

Kadınlar bu yükün çoğunu taşıyor. Öncelikle, çok fazla duygusal emek gerektiren mesleklerde kadınlar baskın. Hemşirelik, öğretmenlik, çocuk bakımı, sosyal hizmetler ve konaklama gibi alanlarda kadın istihdamı daha yüksek. Bu işlere kadınların “daha uygun” olduğu varsayılsa da, Hackman bunun aslında sadece toplumsal kalıplardan kaynaklandığını söylüyor; “Duygusal emekle ilişkili tüm roller her zaman çok küçük yaşlardan itibaren kadınlara yüklenmiştir. Kadınlar başkalarını düşünmeye yöneltiliyor ve bunu yapmadıkları takdirde uyarılıyorlar.”

ABD’deki Penn State Berks’te Kadın, Cinsiyet ve Cinsellik Çalışmaları alanında Yardımcı Doçent olan E Michele Ramsey ise konuyu şöyle yorumluyor; “Kız çocukları bebeklerle, öğretmenlerle, hemşirelerle oynuyor. Erkekler ise çok daha aktif ancak daha az besleyici oyunlar oynuyor. Bu durumda biraz iyileşme var fakat televizyonda veya çocuklara okunan kitaplardaki hemşire kim? Öğretmen kim? Bilim insanı ve itfaiyeci kim? Bunlar genellikle cinsiyete göre belirleniyor ve en başından itibaren çocukların seçeneklerini sınırlandırıyor.”

Empati ve şefkat gibi özellikler kesinlikle cinsiyete bağlı değil ve araştırmalar erkekle kadın beyni arasında kategorik bir fark olmadığını gösteriyor. Hackman, “Cinsiyetten bağımsız olarak tüm insanlarda gelişebilecek bir beceri olan empati üzerine farklı akademik disiplinler arasında çalışmalar yapılıyor. Ancak bu beceri kadın olmakla eşleştirildiği için eğitimle fark yaratılabileceğini görmüyoruz. Kadınların doğuştan sahip olduğu bir beceri olarak görüyoruz” diyor.

Yazının bu kısmında ‘Cinsiyet eşitsizliği kadın beynini etkiliyor’ yazısını hatırlatıp tekrar habere devam edelim.

Ramsey, kadınları çok fazla duygusal yük gerektiren kariyerleri seçmeye yönlendiren şeyin genellikle içselleştirilmiş temel eğitim olduğunu söylüyor ve ekliyor; “Kadınların bu rolleri seçmesi şaşırtıcı olmamalı. Marjinalleştirilmiş insanlar sözsüz iletişimde daha iyi olmalılar; sinyalleri daha iyi okuyabilmeleri gerekir çünkü ezilmenin bir sonucu olarak sürekli insanların ayağına basmamaya, yanlış bir şey söylememeye dikkat ederler. Bütün bunlar, tüm oyunlarımızda ve tüm etkileşimlerimizde besleme pratiğine dönüşüyor.”