Çağlayan Bakaçhan ile ‘Liderliğin Karanlık Tarafı’ üzerine yapılan röportajın devamı.
- Sizin tecrübelerinize yönelik bir soru soracağım; çalıştığınız veya bildiğiniz liderlerin yüzde kaçı bahsettiğiniz karanlık tarafının farkında?
Bu kişiler yaptıklarının farkındalar ama sonuçlarını umursamazlar. Yaptığınızın sonuçlarını umursamıyorsanız kendinizden de son derece memnunsunuzdur. Memnun olduğunuz bir şeyi de değiştirmeye, bu konuda destek almaya hiçbir zaman istekli olmazsınız. Bahsettiğimiz psikopati ve narssizm subklinik tarafı temsil ediyor. Yani tanımlanmamış, psikologların tanımlama öncesi tarafını temsil ediyor. Ama biz tanımlanmış yerden de biliyoruz ki herhangi bir psikopat veya narsist, ‘Ben psikopatım’ ‘ben narsistim’ deyip bir psikoloğa yardım almaya gitmez. Gitmez çünkü kendisinden son derece memnundur. Ancak başka sorunlarıyla ilgili yardım almak için başvurduklarında onların psikopat veya narsist olduklarını bilebiliriz.
- Bu durumda karanlık tarafı ağır basan liderler de kendilerinden çok memnun oldukları için bu taraflarının pek farkında olamıyorlar.
Tabii. Bunlar hem subklinik yani tanımlanmamıştır, hem de zaman içinde uzun vakit geçirerek teşhisin ve tanının konulabileceği durumlardır. Özellikle psikopati için şöyle denir; ’Psikopatiye tanı koyamayız. Onları yaptıklarıyla tanımaya çalışırız.’ Dolayısıyla bu kişileri tanımak için uzun süre geçirilmesi gerekir. Genellikle birine kızdığımızda veya davranışını beğenmediğimizde ‘psikopat’ ‘narsist’ demişliğimiz vardır. Ancak bu doğru değil. Bu konuda devam eden ardışık şeyleri tespit etmemiz lazım ki bu çok mümkün değil. Ama içimizde var mıdır; elbette. Toplumun içinde olduğu gibi yöneticilerde de, iş arkadaşlarımızın içinde de var. Bizim onlarla nasıl yaşayacağımızı öğrenmemiz lazım.
- Tepe yöneticilerde de bu kişilerin varlığını söylüyorsunuz. İşe alımda bu kişileri kurum içine dahil etmemek için neye dikkat etmek lazım? İşe alımda bu durum nasıl tespit edilebilir?
Şu tarafından bakalım; bu tip insanlar hepten kötüdür diye karalamak çok doğru değil. Bu kişiler her zaman kurumlara zarar mı verirler; hayır, her zaman zarar vermezler. Dozajı iyi ayarlanmış psikopati ve narsisizm iş hayatında bir miktar etkili bir vitamin. Bunlara hepten ‘kötü’ deme şansımız yok. Bu kişiler kontrol altında harika çocuklar da olabiliyor. Kurumlarda çıtayı yükseltebiliyorlar.
- Kontrol altında derken kimin kontrolü altında olmalarından bahsediyorsunuz ve kontrolden kastınız ne?
Örneğin tepe yöneticiler için yönetim kurulunun kontrolü altında olmalarından bahsediyorum. Şunu biliyoruz ki işler yolunda giderken her şeye ‘evet’ demek gibi bir hastalığı vardır insanların. Bu yurt dışında da bizde de var. Örneğin bir firmada satış rakamları patladıysa, cirolar yükseldiyse, yönetim kurulu artık onun keyfini yaşamaya başlar. Nasıl ve neden geldiğini çok da irdelememeye başlar. Çünkü herkes kazanıyordur. Altında bunu gerektiren şeyler, alınan kararlar, yaptığı uygulamalar biraz sorgulanmaya başladığında kurum kültürüne aykırı, riskli hareketler veya etik olmayan uygulamalar da olabilir. İşte bunları biraz kazıyor olmak, kontrol altına almak lazım. Bir şirket normalde bir birim satış yaparken bir anda on birim satış yapmaya başlamışsa dönüp bakması lazım; ürünümüz mü değişti, dağıtım kanalımız mı farklılaştı, satış primlerimiz mi değişti diye sorgulanması lazım. Yani ‘ne oldu’ tarafına bakılması lazım. Kontrolden kastım bu. Bu kişileri tamamıyla serbest bırakırsanız zıvanadan çıkmış gibi dört nala giderler (Gülüşmeler).
- İşe alım noktasındaki soruma geri dönmek istiyorum. İşe alım yaparken bu kişileri tespit etmek için kullanılabilecek değerlendirme araçları var mı?
Var tabii ama bunlar iş hayatında kullanılabilecek araçlar değil. Bu araçlar psikologların veya uzmanların kullanması gereken araçlar. Bir de tabii bunlar çok bireysel özellikler olduğu için etik olarak da bu araçları kullanma şansımız yok, bunlar psikolojik envanterler. Orada şunu öneriyorum; ayrıştırmak yerine farkında olmak önemli. ‘Bu insanları tamamıyla iş hayatının dışına çıkaralım’ düşüncesini hiçbir zaman tavsiye etmem.
- Kitabınızda bu konuyu ‘musluk ayarları’ metaforuyla anlatmışsınız. Anlattıklarınızı şöyle yorumluyorum ‘kontrol ederek bu kişilerin karanlık taraflarından faydalanabiliriz.’
Evet. Bu kişileri iş hayatından çıkarma düşüncesi yanlış olur. O zaman şimdiye kadar gündemimizde olmayan bir sürü kişilik özelliğini ya da kişilik bozukluğunu da çıkarabiliriz. Hiç böyle bir şey yapmazken niye bunlara bu gözle bakalım. Onları tanıyalım ve kontrol altında onlardan verim almaya çalışalım.
- Kitabınızda da sağlıklı bir liderin bir parça narsist, psikopat ve Makyevelist olması gerektiğinden bahsediyorsunuz. Ne ölçüde sahip olmalı? Yüzde olarak konuşursak bir lider yüzde kaç narsist, psikopat ve Makyevelist olmalı (Gülüşmeler)?
Bir parça narsisizm olmadan sadece iş hayatında değil, her hangi bir alanda başarılı olmanız mümkün değil. Şöyle düşünün kendinizi, yaptıklarınızı beğenmezken pazarlamanız mümkün olur mu? Bu tehlikesiz narsisizm tarafı. Örneğin sporcular; yıllarca çalışıyorlar, vücutları belli noktaya geliyor ve bunu sergilemekten de son derece mutlular. Ama bunu belirli bir birikimin üzerine yapıyorlar. Diğer taraftan şöyle düşünün; ben yıllarca hiç çalışmamışım, vücudumu geliştirmemişim ama instagram’a öyle resimler koyuyorum ki zannedersiniz ki dünyanın en iyi vücutlu, yakışıklı adamıyım.
Eğer siz yetkinlikleriniz ve yeteneklerinizle bir öz güvene sahipseniz bunu pazarlamakta, ortaya koymakta bir problem yok. Ama siz olmayan yetkinlikleriniz ve özellikleriniz varmış gibi davranırsanız burada problem olur. Dozajdan kastım bu. Burada yüzde vermek mümkün değil. Kişi olanı sergiliyorsa bunda problem yok, hatta sergilemek zorunda zaten.
- Yine burada da doz önemli herhalde değil mi? ‘Bu yetkinlikler, beceriler, tecrübeler bende var’ deyip sahip olduklarımızı, yaptıklarımızı yüksek egoyla insanlara boca etmemek de gerekiyor diye düşünüyorum.
Tabii. Sahip olduklarınızı fazlaca parlatmaya başladığınızda tehlikeli sulara girmeye başlıyorsunuz. Asıl olan şu; sizin ortaya koyduğunuz yetkinliklerin, yeteneklerin, özelliklerin başkaları tarafından onanıyor ve kabul görüyor olması gerekir. Kabul gördüğünde iki taraf da memnun. Siz biraz dozunu artırdığınızda, her yerde söylemeye ve altını çizmeye başladığınızda kabul görmüyor zaten.
- Tepe yöneticilerin karanlık taraflarını gündeme getirdiniz, kitap yazdınız, konuşmaya başladınız. Siz de bir tepe yöneticisisiniz, lidersiniz. ‘Ben bunları yazdım ve konuşuyorum ama acaba bu konuda oklar bana döner mi? Benim de bazı yönlerim gündeme gelir mi?’ çekincesi yaşadınız mı hiç? (Gülüşmeler)
Yazarken değil ama yazdıktan sonra aldığım tepkilerden yaşadım.
- Nasıl tepkiler?
İki tepki; birincisi şu; kitabın içinde bazı kurgusal örnekler yani hikayeler var. Şunu diyen çok oldu; ‘Bu ben miyim?’ ‘Şu kişiyi mi kast ettin?’ (Gülüşmeler). Halbuki alakası yok. Bir çalışma arkadaşım da ‘Okurken ben sizin bazı davranışlarınızı gördüm burada’ dedi. Tabii bunu duyunca korktum. ‘Karanlık tarafta mı gördün, aydınlık tarafta mı?’ diye soramadım (Gülüşmeler). Beraber vakit geçirdiğim insanların bu yorumları yapması çok normal tabii.
- ‘Bir liderin karanlık yönü mü aydınlık yönümü; hangisi kazanır’ sorusu, kişinin farkındalığı ile cevap bulacak sanırım. Benim soracaklarım bu kadar. Sizin konuyla ilgili ilave etmek istedikleriniz varsa dinlemek isterim.
En önemlisi ‘Karanlık üçlüye sahip bireyler kötüdür, onları ayrıştıralım’ dememek lazım. Bunların birer kişilik bozukluğu olduğunu bilmek ve onlarla yaşamayı öğrenmek lazım. Yaşamayı öğrenmekten kastım şu; eğer böyle birisiyle olduğunuzu düşünüyorsanız, bazı korunma metodları var elbet. Kitapta yazdım, onları uyguluyor olmamız lazım. Bir de kendimize dönüp ‘ben hangilerini yansıtıyorum’ diye bakmamız lazım.
- Zaman ayırdığınız ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum.
Ben de teşekkür ediyorum.