Hayatı boyunca sınırlarını zorlayan ve hala da zorlamaya devam eden Münteha Adalı karşınızda. Onu tek bir unvana sığdırmak; örneğin sadece iş insanı, girişimci, toplum gönüllüsü ya da bir melek yatırımcı olarak tanımlamak haksızlık. Çünkü o bunların hepsi ve fazlası; kendi tanımıyla “çok çekmeceli bir dolap.” Akademik ehliyet derdine düşmeden, başkalarının ne düşündüğüne / söylediğine takılmadan yetkinlikleri doğrultusunda yoluna devam eden ülkemizin rol model kadınlarından biri.
Bilmediklerini yeni hikayesi sayan, denenmeyenleri engeli kabul etmeyen müthiş girişimci bir ruh. Sosyal etki yaratmadan kapital etki yaratmanın sürdürülebilir olduğuna inanmayan ve bu doğrultuda başkalarının hayatlarını iyileştirmeyi şiar edinen biri. İyi ki tanıdım, iyi ki sizle buluşturuyorum. Anlattıklarının her bir satırı ayrı ilham kaynağı olan röportajı buyurun keyifle okuyun.
- Merhaba Münteha Hanım. Hoş geldiniz.
Merhaba, hoş bulduk.
- Size göre sınırsız olmak ne demek?
Sınırsız olmak bir insanın yapmak istediği her şeyi yapması, kendine o hakkı tanımasıdır. Sanırım ben sınır koyanlara sınır koyarak sınırsızlaştım.
- Bunu biraz açar mısınız?
Kendi yaşam yolculuğumda bana da yapıldı, çevremdeki insanlara da yapıldığına şahit oldum. Sizin bir iş yapmanız için sadece o işe odaklanmanız gerektiğinin altı çiziliyor toplumda. Üniversitelerde de bu şekilde yönlendiriliyor. Sanki başka bir konuya el atarsan diğer konudaki odağını kaybedecekmişsin gibi algı yaratılıyor. Ben bu söylemleri sadece dinlerim. Eğer içselleştirmiyorsam hayatıma almam. Çok fazla konuya odaklanmak ve ilgilendiğim alanlarda çalışmalar yapmak yaşamdaki tecrübemi artırıyor, dilimi ve networkümü zenginleştiriyor.
Bu ülke okumayı yazmayı o kadar sonra öğrenmiş ki, içselleştirememiş. İçselleştirilmeyen şeyler eyleme de dönmüyor, havada kalıyor. Örneğin: “Üniversite mezunu olmalısın.” Tamam da niye? Herkesin üniversitede okumasının anlamı ne? Kendini tanımadan, öğrenmeden, idrak etmeden, hayatı tanımadan, anlamadan gençlerin diploma peşinden bu kadar koşturulması gereksiz bir kalabalığa ve o kalabalık içinde yok olmaya da sebep oluyor. Kimse okumasın demiyorum, ehliyetler insanı taçlandırır ama gerçek anlamda var etmez.
- Bununla bağlantılı olarak Türkiye’nin yetenek açığı da artış gösteriyor. Bunun sebeplerinden bir tanesi de kişisel veya teknik yetkinliklere odaklanmadan sadece diploma peşinden koşmak olabilir mi?
Elbette. Bu kadar kalabalığın ve farkındalığın olmadığı bir grubun içinde sıradanlaşıyorsunuz. Sistem, sistem dışı olan bireyleri de hep baltalamaya çalışıyor. Bu kadar çok diplomaya koşanlar olarak diplomaya koşmanın altında yatan nedenin de kendimizi keşfetmeyi, hayallerimizi, hedeflerimizi ifade etmek ve uygulamaya geçirmek olmayıp, sadece toplumda konumlandırma için buna hizmet eden komplekslerimiz olduğunu gördüm.
- Sınırlara kafa tutmak kolay mı?
İnancınız ve kendi içinizde bir felsefeniz varsa yaptıklarınız, yapabilecekleriniz, hiçbir zaman yapamayacaklarınız ortaya çıkıyor. Örneğin ben uçak kullanamayacağımı biliyorum. Çünkü hedefimde yok, istemiyorum da, yeteneğim de yok.
- O zaman, yola çıktığımız konumuzla ilgili “Ne kadar istiyoruz” sorusuna verdiğimiz cevap önemli. Öyle değil mi?
Aynen. Bir yerde gereksiz zaman harcamamak da önemli. Yapabileceklerimiz fiziksel özelliklerimiz ve ruhumuzla da alakalı bir durum. Yapamayacaklarıma odaklanmak zaman kaybı ama hiç denemeden yapabileceklerim ise benim zenginliğim. Kimse kendisiyle yeterince şeffaf konuşmuyor. Kendi yetkinlikleriyle yüzleşmiyor, zayıf noktalarını kabul etmiyor. Hep güçlü olmak zorundaymışız gibi.
- ..mış gibi görünme halindeyiz yani.
Evet. Bir şeyi yapamamak ve bunu söyleyebilmek de büyük bir meziyettir. Hayat yetenek üzerine kurulu. Dünyaya gelirken bazı yetkinliklerle geliyoruz. Bunu fark eden oluyor, fark edemeyen oluyor. Herkes her şeyi yapacak diye bir şey yok. Ben kendi yetkinlik alanım içerisinde bir şey yapmak istiyorsam akademik ehliyetin derdine düşmüyorum. Yapabilme sürecine giriyorum. Toplum ne derse desin. Toplum kim? Benim kendime ne dediğim önemli. Evet toplum göz ardı ettiğim bir olgu değil ama beni yolumdan çevirecek bir güç de değil.
- ‘Akademik ehliyet önemsiz değil, ama kişisel yeterlilikler ve yapma arzusu bu ehliyetin önüne geçiyor’ diye anlıyorum.
Evet. Mesela üniversite sınavına giriyoruz. Bir puan alıp o puanla nereye yerleşeceğimize bakıyoruz. Sonra yerleştiğimiz bölümü sevemesek de “Girdim artık bitireyim, diplomam olsun” diyoruz. Sonra iş hayatına girip farklı farklı yetkinliklerimizi fark ediyoruz. Benim yaşam yolculuğumda da böyle oldu. Ben açık öğretim iktisat mezunuyum. Kimse beni değerlendirmeden “Yetkin değil” yaftası yapıştırdı üzerime. Markalaşmış üniversitelerin nasıl marka olduğunu da biliyoruz. Bu üniversitelerin içinin dolu ya da boş olduğunu ölçümlemedik. Otomatik biat ettik. “Her iyi üniversiteden mezun iyidir” klişesi yanlış. Kişisel yetkinliklere bakmak gerekir. Ben insanların açık öğretim mezununa verdiği değerin ne kadar ters yüz olabileceğini göstermek istedim.
- Söylediklerinizle paralel Türkiye’de diplomalı mesleksizler artıyor.
Bir insanın nereden geldiği, hangi dile, ırka mezhebe ait olduğu onun içerdeki insanlığının, yetkinliğinin önüne geçemez. Biz önyargılarla birbirimize yaklaşıyoruz, ötekileştiriyoruz. Kendimizi daha yükseğe konumlandırmak için bunu yapıyoruz, yani; ego. Kim daha iyi / kötü kısmını yaratan bilir ya da hayat ölçümler. Yaptıklarıyla bir yere oturtur kişiyi.
Mezun olduğum sıralarda açık öğretim mezunları işe alınmıyordu zaten. Ben de bir bankaya başvuruda bulundum. Benimle görüşme yapan İK çalışanına “Herkes tecrübe istiyor. Siz almayacaksınız, o almayacak, peki ben nasıl tecrübe edineceğim” diye sormuştum.
- Oysa iş alım yaparken tecrübe her şey midir? Tecrübesi olmayıp potansiyeli olanlara yazık edilmiyor mu?
Kesinlikle. Benim söylemlerimden belki de cehaletten gelen cesaretimden çok etkilendiler sanırım, işe aldılar. Beni bilgisayarı olmayan, kapanacak bir şubeye verdiler. O da bir ön yargıydı. İşte başkalarının ön yargısı bazen sizi o kadar ileriye fırlatır ki onlar da şaşarlar. Potansiyelinizi ortaya çıkarmak için onlara göre çorak olan bir toprakta nasıl çiçek açarsınız kısmı bile bir hikaye. Ben o yaşta (22 olmadan) bunları nasıl fark ettim bilmiyorum. Bu durumu sonradan bilinçsizlik içinde bilinçli hareket olarak tanımladım.
Yaşadıklarımın içindeki fırsatlara odaklandım. Harika bir süreçti. O dönem Tarlabaşı’nda gördüklerim, yaşadıklarım kapsayıcılığımın ilk tohumlarını attı belki de. Kimseyi yargılamadan, olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim. Erkeklerin tavır ve davranışlarını gözlemliyordum. Parayla olan ilişkileri, paradan gelen güç, erkeklerin kendilerini nasıl ifade ettikleri iş ve para üçgeninde geçiyordu.
- Sınırsız olmak kadınlar veya erkekler için farklı zorluklar içerir mi?
Bunun bence kadın erkek olmakla ilgisi yok, insan olmakla ilgisi var. Erkekler yetinmeyi biliyor mu kısmında ön yargılı olmak istemem ama kadınlar sonradan hayata dahil olduğu için öğrenmeyi, keşfetmeyi kısaca yetinmeyi bilmiyor. Aslında yetinmeyi bilmemek lazım. Çünkü siz yetinmeyi bilirseniz bir yerde durabilirsiniz. Ama hayat öyle değil, Yaşla tecrübeyle birlikte yeni sayfalar açıyor size ve çok şey öğreniyorsunuz. Hayat sizi konuşturuyor, siz kendi kendinizle konuşup, hayatı gözlemleyip dinlemelisiniz.
Röportajın devamı yarın.